30 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını, bu sonuçları belirleyen seçmen tercihlerini Chicago Illinois Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Akarca’yla konuştuk.
Akarca, seçimlerden AKP’nin yüzde 43,5 oranında oy almasını, önceki oy oranları göz önünde bulundurulduğunda ve ekonomik siyasi gidişat dikkate alındığında normal karşıladığını belirtiyor.
17 Aralık sonrası rüşvet, yolsuzluk gibi iddiaların yanı sıra medyaya düşen medya üzerinde baskı, paraların sıfırlanması gibi ses kayıtlarının seçmen üzerindeki etkisini de değerlendiren Akarca, ekonomi ciddi şekilde bozulmadığı sürece seçmenin yolsuzluk gibi durumları sadece olumsuzluklardan biri olarak değerlendirdiğini belirtiyor ve ekliyor:
“Seçmen mevcut iktidar giderse yerine ancak bir koalisyon hükümeti kurulacağını düşünüyor ve geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak koalisyonlarda yolsuzlukların daha fazla olacağını, ekonominin daha kötüye gideceğini düşünüyorlar. Bu yüzden seçmen ekonomi günlük hayatını olumsuz etkilemeye başlayıncaya kadar yolsuzluk rüşvet gibi durumları çok fazla kale almıyor.”
Akarca’nın muhalefete de bir önerisi var: “Mevcut iktidarın tökezlemesini, bölünmesini beklemektense kendi şanslarını kendileri yaratmalılar. Toplumdaki değişime uygun olarak kendilerini yenilemeleri, bazı eski takıntılardan kurtulmaları gerekiyor.”
Altı başlıkta seçmen davranışları
Türkiye'de seçmen davranışlarını ana hatlarıyla sizce neler belirliyor?
Türk seçmeninin davranışını belirleyen etmenler diğer ülkelerdekinden çok farklı değil. Bunları altı başlık altında toplayabiliriz: Taraf tutma, stratejik oy verme, iktidar yıpranması, iktidar avantajı, ekonomik performans ve bazen taraf değiştirme.
Seçmenlerin büyük bir kısmı kendi ekonomik çıkarını ve dünya görüsünü temsil eden bir partiyi tutuyor ve oylarını bir önceki secimde tercih ettikleri partilere verme eğilimi gösteriyorlar. Ancak bir kısım seçmen stratejik oy kullanıyor. Birinci tercihine değil de ikinci veya üçüncü tercihine oy veriyor. Bunun iki sebebi var.
Birincisi, iktidar partisi taraftarlarının yüzde 11 kadarı, iktidarın gücünü dengelemek için başka bir partiye oy veriyor. Örneğin DYP yerine ANAP’ı veya AKP yerine SP’yi seçebiliyor. Ancak iktidar partisinin kapatılma veya darbeye uğrama tehlikesi ile karşı karşıya olduğu durumlarda, seçmenin demokrasiyi kollamak için hükümeti değil de karşısındaki güçleri dengeleme ihtiyacı duyduğu da oluyor, 2007’de olduğu gibi. O zaman iktidar partisi taraftarlarının daha küçük bir kısmını kaybediyor veya hiç kaybetmiyor. Ayrıca muhalefet taraftarlarından da destek alıyor.
Stratejik oy vermenin diğer sebebi ise milletvekili seçiminde uygulanan yüzde 10 barajı. Bunu geçemeyecek olan küçük partilerin taraftarları milletvekili seçiminde onlara değil de kendilerine en yakin gördükleri büyük partilerden birine oy veriyorlar. Böyle bir barajın uygulanmadığı yerel seçimlerde tekrar birinci tercihlerine donuyorlar. Ayrıca seçmen yerel seçimlerde iktidarı değiştirmeden ona bir uyarı yapma imkanı da elde ediyor. Dolayısıyla iktidar partisinin stratejik oy kaybı yerel seçimlerde daha yüksek oluyor. Tipik olarak iktidar partisi oylarının yüzde 11’i yerine yüzde 17’si kadar.
ABD’de cumhurbaşkanlığı döneminin ortasına düşen kongre seçimlerinde ve Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de aynı etki görülüyor. O seçimlerde hükümetteki partiler oy kaybediyorlar. Yani sadece bize has bir durum değil bu.
İktidar partisi oylarına olumsuz etki yapan bir faktör de iktidar yıpranması. Amerikalıların deyimi ile “yumurta kırmadan omlet yapmak mümkün değil”. Yönetmek, herkesin hoşuna gitmeyecek bazı kararlar almayı, bazı uzlaşılarda bulunmayı, verilen bazı sözleri yerine getirememeyi, hatalar yapmayı da kaçınılmaz kılıyor. Bunlar da bir kısım taraftarın küstürülmesine yol açıyor. Hükümet edilen sure boyunca iktidarın politik sermayesindeki erime devam ediyor. Yıpranma yılda yüzde 6 kadar (tüm seçmenlerin değil, bir önceki secimde iktidar partisine oy verenlerin yüzde altısı).
İktidarda olmanın avantajları da var tabii. Yatırımların yerini ve zamanını belirleyebilme, yardım ve kredi dağıtabilme, işe alabilme, sesini medyada kolayca duyurabilme ve bu gibi imkanlar, iktidar partisine taraftar çekebilme imkanı da sunuyor. Bu avantaj tüm oyların yüzde 7’si kadar.
“Seçmen miyop”
Ekonominin iktidar için önemi ne ölçüde?
Ekonominin etkisi pozitif de olabiliyor, negatif de. Seçmen hükümetin ekonomik performansını değerlendirirken büyümeye verdiği önem enflasyona verdiği önemin 6-7 misli. Kişi başına düşen reel GSYH’da yüzde birlik bir büyümenin oy getirisi yüzde 0.80 ama enflasyonda meydana gelen yüzde birlik artış, oyların sadece yüzde 0.12’sini götürüyor. Bir de seçmen miyop. Değerlendirmesinde sadece seçimden önceki bir yıla bakıyor. Bu iki şey hükümetleri secim ekonomisi uygulamaya teşvik ediyor, politik konjonktürel dalgalanmalar yaratabiliyorlar. AKP bunu şimdiye kadar uygulamadı zira iktidarda kalması hiç tehlike altında değildi. Ancak iktidarların birkaç puanla el değiştirdiği 1990’larda çok kullanıldı. Bu potansiyel hala daha var.
Taraf değiştirme çok nadir olan bir durum ama gözardı edilmemesi lazım. Seçmenler kendi menfaatlerini güden ve kendi ideolojilerine yakın bir partiyi tutarlar demiştim. Ancak tuttukları parti değişir ve artik onları temsil etmeyen bir duruma düşerse veya göç, şehirleşme, gelir ve eğitim artışı gibi etkenlerle seçmenlerin menfaatleri ve dünyaya bakışları değişir ama partileri buna ayak uyduramazsa, seçmenler başka partilere kayabiliyorlar. Partilerinin kronik olarak yolsuzluklara bulaşmaları ve kotu idare göstermeleri de taraftarlarını bıktırıp başka partilere yöneltebiliyor. Bunların hepsi oldu Türkiye’de. 2002 seçimine kadar seçmen tüm partileri değişik koalisyon kombinasyonları içinde denedi. Her biri altında en az bir ekonomik kriz yaşanıp, haklarında ortaya atılan pek çok yolsuzluk iddiası da soruşturulmayınca, seçmen 2002’de hepsini TBMM’de dışında bıraktı. Bunda 1997 Susurluk olayının ve 1999 depremlerinin ortaya çıkardığı ve sonrasında yaşanan yolsuzlukların ve beceriksizliklerin büyük rolleri oldu. Taraf değiştirme 2002’den sonra da devam etti. Biliyorsunuz, bu süreç içinde ANAP, DYP, Genç Parti ve DSP gibi partiler tükendi. Diğer sağ partilerin ve bağımsız adayların her seçimde aldıkları oyların ortalama yüzde 18 kadarı bu partilerden AKP’ye aktı.
Bütün bu faktörlerin etkilerini ekonometrik metotlarla hesaplayıp topladığınızda, AKP oy oranı için nokta tahmin yüzde 44.93 çıkıyordu, yani 2011 seçimine göre yüzde beşlik bir düşüş öngörüyordu. Bu 1950—2011 arası yapılan 27 milletvekili, senato ve yerel seçimlerinde görülen örüntülerin devam edeceğini ve son bir birkaç içinde meydana gelen önemli olayların etkilerinin olağanüstü olmayacağını varsayıyordu. Gerçeklesen oy oranı verilen tahminden çok sapsaydı, bu 17 Aralık sonrası meydana gelen olayların kayda değer etkileri olduğunu gösterecekti.
“Koalisyon endişesi”
Üç aydır tartışılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturması çerçevesinde pek çok ses kaydı basına yansıdı. Bu kayıtlarda "medyaya baskı", "paraların sıfırlanması", "SİT alanına inşaat", "medya patronlarını belirleme ve yönlendirme" gibi pek çok vahim iddia yer aldı. Böylesi iddialara karşı AKP'nin almış olduğu oy oranını nasıl okumalıyız?
30 Mart secimi milletvekilliği için olsaydı beklenen iktidar partisi oy oranı 2,8 puan daha yüksek olacaktı. Ekonomi şimdi hiç de fena değil, ama 2011’deki kadar iyi olsaydı, AKP oy oranının 3,4 puan daha fazla olması beklenecekti. Kısacası, seçimin yerel olması ve ekonomik şartların 2011’deki kadar iyi olmaması beş puanlık farkı izah ediyor. Daha yüksek bir düşüşün gerçekleşmemiş olması bahsettiğiniz iddiaların AKP taraftarlarını etkilemediğini gösteriyor. Etkilemesinin beklenmemesi gerektiğini ve bunun bir ilmi açıklaması olduğunu seçimden önce belirtmiştim. Diğer ülkeler üzerine yapılan çalışmalar ve ODTÜ’den Prof. Aysıt Tansel ile 2002 seçimleri üzerine yaptığımız bir araştırma, yolsuzluk iddialarının seçmen tercihlerinde önemli bir değişiklik meydana getirmesi için başka koşullarla bir araya gelmesi gerektiğini gösteriyor.
Bir kere suçlamalar sadece bir partiye yöneltilmişse ve hele iddia seviyesinde kalmışsa, o parti taraftarlarınca partizanca yapılmış ithamlar olarak görülüyor. Hatta yolsuzluklar doğrulansa bile ilgili politikacıların oy kaybı çok fazla olmayabiliyor. Seçmen yolsuzlukları olumsuz karşılıyor ama tercihini etkileyen faktörlerden sadece biri olarak ele alıyor. Eğer idare ve ekonomi iyiyse ve yolsuzluk da çok büyük bir boyutta ve yaygın değilse, bir miktar oy kaybına sebep oluyor ama bu çok kere bir adaya seçimi kaybettirecek derecede olmuyor. Literatürde bununla ilgili örnekler var. Yolsuzluklar karşısında seçmenden radikal bir reaksiyon bekleyebilmek için gerekli olan en önemli şey ise, seçmenin kayabileceği temiz ve yetenekli bir alternatifi olması. Şayet yolsuzlukların diğer partiler altında da olacağına, hele o partilerin bir de yeteneksiz olacaklarına inanırsa, seçmen oyunu değiştirmesinin faydadan çok zararı olacağını düşünüyor.
Bu kadar şartın bir araya gelmesi sıkça gerçekleşmiyor. 1994’de “temiz eller” operasyonu ile İtalya’da oldu. O zaman mevcut milletvekillerinin üçte biri hakkında yolsuzluk soruşturmaları açılmıştı. Bunlar değişik partilere mensuptular ve aralarında beş tane de eski başbakan vardı. Yapılan secimde bir önceki mecliste yer alan milletvekillerinin üçte ikisi yeni meclise giremedi. Eski partiler yok oldu ve ortaya yeni bir parti sistemi çıktı. Buna benzer bir durum bizde de 2002’de yaşandı. 1990’larda seçmenler meclisteki bütün partileri değişik koalisyon hükümetlerinde denediler. Her biri hakkında ciddi yolsuzluk suçlamaları yapıldı, Susurluk ve örtülü ödenek skandalları gibi. Her biri altında en az bir ekonomik kriz yaşandı. En son DSP ve MHP’ni iktidara getirdi seçmen. Onlar da 1999 depremleri sonrasında yapılan yardımlarla ilgili yolsuzluklara bulaştılar. Ayrıca yardım sağlamakta epeyce acizlik gösterdiler. Depremlerde yıkılan çürük binalar, yapıldıkları sırada iktidarda olan ve yerel idareleri ellerinde tutan diğer partilere de, birer leke daha yapıştırdı. Derken 2001 krizi meydana geldi. Artik yolsuzluğa bulaşmayan ve kotu idare göstermeyen parti kalmamıştı.
AKP’nin kuruluşu bu esnada oldu. Partiye gecen FP’li belediyelerde rüşvetin çalışmadığı inancı ve partinin kendini dönüştürerek Milli Görüş çizgisini terk etmesi, pek çok sağ seçmene kayabilecekleri bir alternatif sundu. Bizdeki tepki İtalya’dakinden bile fazla oldu. 1999’da meclise giren partilerden hiç biri 2002 meclisine giremedi. Milletvekillerinin yüzde 89’u yenilendi.
17 Aralık sonrası ortaya atılan yolsuzluk iddiaları sadece bir partiye yöneltilmiş durumdaydı ve kesinleşmiş değildi. Ayrıca ekonomi de iyi idi. Muhalefet partilerinden birisi iktidara gelirse yolsuzluk olmayacak gibi bir kanaat da oluşmuş değildi seçmende. Ayrıca seçmen AKP iktidarının alternatifinin başka bir tek-parti iktidarı değil, ancak bir koalisyon hükümeti olabileceğini biliyordu. Koalisyonlarda idarenin daha kötü ve yolsuzlukların daha çok olacağına inanıyorlardı.
“Muhalefetin takıntılardan kurtulması lazım”
Muhalefet partilerinin almış olduğu oyları nasıl değerlendirebiliriz? Seçmen başta anamuhalefet partisi olmak üzere muhalefet partilerinde neyi eksik buluyor?
Bir kere, en iyi ihtimal ile bile, ancak bir koalisyon alternatifi sunabilmeleri muhalefet için bir handikap. Seçmen hala daha geçmiş koalisyonlar altında yaşanan kotu idare, yolsuzluk ve istikrarsızlığın travmasını yaşıyorlar. Ayrıca muhalefet partilerinin neleri yaptırmayacaklarını değil, neleri yapacaklarını anlatmaları gerekiyor.
Ümitlerini AKP’nin tökezlemesine veya parçalanmasına bağlamak yerine kendi şanslarını kendileri yaratmalılar. Toplumdaki değişime uygun olarak kendilerini yenilemeleri, bazı eski takıntılardan kurtulmaları gerekiyor. En önemlisi, ana muhalefet partisinin halka tepeden bakan, geleneklerini aşağılayan ve onları doğru seçim yapamayan kitleler olarak gören tavrını veya algısını inandırıcı bir şekilde değiştirmesi gerekiyor. Bir secim önce kendi menfaatlerini ve ülke sorunlarını bilmeyen, yanlış tercih yapan cahiller olarak nitelendirdikleri kişilerden bir seçim sonra oy istemek ve alabileceklerini ummak pek de mantıklı değil.
“AKP adayı Cumhurbaşkanlığını alır”
Mevcut tablo önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri sizce nasıl etkiler?
Önümüzdeki tablo AKP adayının Cumhurbaşkanlığı seçimini kolayca alacağını gösteriyor. Ancak Ağustos seçiminin özelliğinden dolayı, oy oranı için 2014 seçiminin sonuçlarından çok 2010 referandumunun sonuçları baz alınarak daha iyi ip uçları elde edilebilir sanıyorum.
Büyüme şimdiki gibi devam ederse, 2015 milletvekili seçiminde, stratejik oy kaybı daha az olacağı için, AKP’nin 2014 seçiminden daha yüksek bir oy oranı yakalamasının beklenmesi lazım. Ancak beklenmedik bir sok bu öngörüyü değiştirebilir tabii. (EKN)